Şüpheden sanık yararlanır ilkesinin temel olarak -sanığın suçu işlediğinin kesin olarak ispat edilememesi nedeniyle- hâkim tarafından beraat kararı verilmesi aşamasında uygulandığı kabul edilmektedir. Ayrıca doktrinde, sanığın ancak ispat edilen hususlardan sorumlu olabileceği, dolayısıyla şüpheden sanık yararlanır ilkesinin sadece beraat kararına değil, bir bütün olarak ceza sorumluluğuna ilişkin olduğu ileri sürülmektedir[1]. Bu doğrultuda ilkenin manevi unsur, ağırlaştırıcı veya hafifletici nedenler, hukuka uygunluk sebepleri, haksız tahrik, sanığın veya mağdurun yaşı gibi hâllerde şüphe bulunması durumunda da uygulanacağı kabul edilmektedir[2]. Örnek olarak, bir olayda deliller suçun işlendiğini kesin olarak göstermekle birlikte, olayda ağırlaştırıcı veya hafifletici nedenlerin varlığı konusunda oluşan şüphe giderilemiyorsa, bu durum sanık lehine yorumlanacak ve ağırlaştırıcı nedenlerin değil, hafifletici nedenlerin gerçekleştiği kabul edilerek buna göre hüküm verilecektir[3].
Kanaatimizce de, ilkenin kaynağını oluşturan hukuk devleti ilkesi ve suçsuzluk karinesi ile suçsuz kişilerin cezalandırılmaması yönündeki toplumsal yarar dikkate alındığında, bu ilkenin sadece beraat kararı verilmesi gerektiren hâllerle sınırlı tutulmayarak daha geniş kapsamlı değerlendirilmesi ve ceza sorumluluğuna ilişkin tüm alanlarda uygulanması yerinde olacaktır.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesinin uygulama alanına ilişkin bir diğer husus ise, anılan ilkenin soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı tarafından gözetilip gözetilemeyeceğidir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 160. maddesine göre, ceza muhakemesi sürecinin başlayabilmesi için bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâlin ortaya çıkması gerekmektedir. Olayın araştırılması için başlatılan soruşturmanın sonucunda ise, CMK’nin 170. maddesinin 2. fıkrası uyarınca toplanan deliller suçun işlendiği konusunda yeterli şüphe oluşturuyorsa, şüpheli hakkında iddianame düzenlenecektir. Anılan düzenlemeler dikkate alındığında, soruşturma aşamasının basit şüphe ile başladığı, Cumhuriyet savcısı tarafından ceza davası açılması için yeterli şüphe oluştuğu kanaatine varılması hâlinde ise iddianame düzenleneceği anlaşılmaktadır. İddianamenin hazırlanması için olayın maddi veya hukuki yönden tam bir belliliğe erişmesi, bir diğer söyleyişle, ortaya çıkan şüphenin tam olarak yenilmesi koşulu aranmadığından, şüpheden sanık yararlanır ilkesi soruşturma aşamasında uygulanmayacaktır[4].
Ceza muhakemesinde şüpheden sanık yararlanır ilkesinin uygulanabilmesi için, öncelikle delil değerlendirme aşamasının tamamlanmış olması gerekmektedir. CMK’nin 217. maddesi uyarınca, hâkim, vereceği kararı ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış olan delillere dayandırabileceğinden, maddi gerçeğe ulaşma amacına uygun olarak tüm araştırmaların tamamlandığı ve yeni delil elde edilmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmalıdır. Yargıtay kararlarında da vurgulandığı üzere, delil araştırması ve değerlendirmesi aşamaları tamamlanmadan hüküm verilmesi hukuka aykırı olacağından; -ulaşılma imkânı bulunan- bütün delillerin toplanması, gerekirse mevcut delillerle ilgili bilirkişi incelemesi yapılması ve bu aşamadan sonra tartışılacak, değerlendirilecek başka bir delilin kalmaması gerekmektedir[5]. Bir diğer önem teşkil eden husus ise, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin uygulanabilmesi için elde edilen hukuka aykırı delillerin yargılama dışında bırakılmasıdır. Nitekim bu delillerin dosyadan çıkarılması sonucu, elde kalan diğer deliller mahkûmiyet kararı için gerekli kanaatin oluşmasını sağlamıyorsa fail yönünden şüpheden sanık yararlanır ilkesinin uygulanması mümkün hâle gelecektir[6].
Söz konusu ilkenin uygulanabilmesi için maddi gerçeğin ortaya çıkarılma amacına uygun şekilde ulaşılma ihtimali olan gerekli tüm delillerin toplanması, tartışılması ve değerlendirilmesi sonucunda belirsiz kalmış vakıaların varlığı aranmaktadır. Bu doğrultuda, bu vakıaların niteliği de önem teşkil etmekte olup somut olayda suçun unsurlarıyla ilgili olan, olayın gerçekleşme şekline ilişkin ve hükme etki edebilecek türden vakıalar yönünden ortada bir belirsizlik bulunması gerekmektedir[7]. Doktrinde belirsizlik kavramı ise “… hüküm açısından önemli bir vakıanın varlık veya yokluğunun mevcut deliller ışığında sübut bulmamış olması” şeklinde tanımlanmaktadır[8].
Delillerin serbestçe değerlendirilmesi sonucunda, vakıalar hakkında ortaya çıkan belirsizliğin giderilememesi, bir diğer söyleyişle, sanık hakkında hüküm verebilmek için tüm şüphelerin yenilememesi[9] hâlinde, hukuk devleti ilkesi ile suçsuzluk karinesi gereğince yargılamanın sürüncemede bırakılmaması ve sanığın hukuksal statüsünde negatif bir değişiklik yaratılmaması amacıyla[10] şüpheden sanık yararlanır ilkesine başvurulacaktır[11].
Son olarak şüpheden sanık yararlanır ilkesinin uygulanmasına ilişkin koşullar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, usulüne uygun yürütülen bir ceza yargılamasında tüm aşamalar tamamlandıktan sonra hüküm verilirken söz konusu ilkeye başvurulduğundan -isabetli olarak- bu ilkenin bir hüküm verme kuralı olduğu belirtilmektedir[12].
Osman Can BAŞDEMİR
[1] Gedik, Doğan: Ceza Muhakemesinde İspat ve Şüphenin Sanık Lehine Yorumlanması, Genişletilmiş ve Gözden Geçirilmiş 3. Baskı, Ankara 2018, s. 420-421.
[2] Feyzioğlu, Metin: Ceza Muhakemesinde Vicdani Kanaat, Ankara 2002, s. 194-195; Yıldız, Ali Kemal: Ceza Muhakemesinde İspat ve Delillerin Değerlendirilmesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2002, s. 228; Gedik, s. 420-421.
[3] Toroslu, Nevzat / Feyzioğlu, Metin: Ceza Muhakemesi Hukuku, 16. Baskı, Ankara 2016, s. 177; Gedik, s. 420.
[4] Feyzioğlu, Vicdani Kanaat, s. 113; Gedik, s. 424.
[5] Yıldız, s. 227; Doğan, Koray: Ceza Muhakemesinde Belirsizlik Kuşkudan Sanık Yararlanır İlkesi, Güncellenmiş 2. Baskı, Ankara 2018, s. 170-171.
[6] Doğan, s. 172.
[7] Doğan, s. 180-185.
[8] Doğan, s. 186.
[9] Kurşun, Günal: Ceza Muhakemesinde Hüküm, Doktora Tezi, Ankara 2011, s. 83.
[10] Doğan, s. 190.
[11] Gedik, s. 423; Şenses, Erkan: Ceza Muhakemesinde Hüküm, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2011, s. 29.
[12] Doğan, s. 170.