09 Ocak 2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru, adil yargılanma ile özel yaşama saygı haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
09 Ocak 2014 tarih ve 2013/533 başvuru numaralı karara konu olayda, İstanbul Barosuna kayıtlı olarak serbest avukatlık yapan başvurucunun da aralarında olduğu bazı kişilerle ilgili İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce hazırlanan yazı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/1868 sayılı soruşturma dosyasına gönderilmiştir. Söz konusu yazı ekinde Millî İstihbarat Teşkilatınca silahlı bir devrim gerçekleştirmeyi amaçlayan bir örgüt hakkında “Etüt” adıyla hazırlanan ve anılan örgüt hakkında çeşitli tespit ile değerlendirmeler içeren istihbari nitelikli bir rapor yer almıştır. Etüdün tüm sayfalarının altında “Çok Gizli” ve “İstihbari Nitelikte Olan Bu Bilgiler Hukuki Bir Delil Olarak Kullanılamaz” ibareleri kullanılmıştır. Anılan raporun 31. sayfasının “Cezaevi Faaliyetleri” başlıklı bölümünde, başvurucu ile ilgili “… gibi örgüt mensuplarıyla cezaevinde görüşen şahısların, DK örgütü ve üst yönetimi ile adı geçenler arasında aracılık/kuryelik yapabileceği değerlendirilmektedir. Bu kapsamda Devrimci Karargâh mensuplarının davalarını umumiyetle takip eden İstanbul Barosu avukatlarından .., Ercan KANAR’ın yanı sıra aileler ile ziyaret edebilecekler listesindeki şahıslar önem arz etmektedir” ifadelerine yer verilmiştir.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda, başvurucunun aralarında olmadığı bazı kişiler hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, iftira, başkalarına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma suçlarından düzenlenen iddianameyle İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Başvurucu, sanık müdafii olarak katıldığı İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi dosyasında MİT tarafından hazırlanan raporun dava dosyasından çıkarılmasını talep etmiş, ilk derece mahkemesi talebin reddine karar vermiştir.
Raporda adı geçen ve başvurucunun da aralarında bulunduğu İstanbul Barosuna kayıtlı beş avukat, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü ve raporu düzenleyen MİT mensupları hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun görevi kötüye kullanma, hakaret, iftira, özel hayatın gizliliğini ihlal suçlarına dair hükümleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Başsavcılık, şikâyetin yöneltildiği MİT mensupları hakkında yapılacak soruşturmanın izne tabi olması nedeniyle izin vermeye yetkili kurum olan Başbakanlıktan izin talebinde bulunmuştur. MİT Müsteşarlığı tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen yazıda, Başbakan oluru ile ilgililer hakkında “soruşturma izni verilmemesine” karar verildiği bildirilmiştir. Başsavcılık, anılan kararın kesinleşip kesinleşmediğinin tespiti ve kesinleşme şerhinin gönderilmesi hususunda MİT’ten bilgi istemiş; MİT tarafından verilen cevapta “Müsteşarlığımızın 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında bulunmaması nedeniyle, bahse konu karar Başsavcılığınız dışında herhangi bir kişiye tebliğ edilmediğinden, ilgi yazıya ilişkin hususların karşılanması mümkün olmamıştır” denilmiştir. Bunun üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Başbakanlık tarafından soruşturma izni verilmediği gerekçesiyle “inceleme yapılmasına yer olmadığına” kesin olarak karar vermiştir.
Verilen karar üzerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunan başvurucu, MİT tarafından hazırlanan istihbari nitelikli bir raporda kişisel bilgilerinin hukuka aykırı olarak toplandığını; yürütülen soruşturma sonunda hazırlanan iddianame ekinde bu raporun yer aldığını; raporda kişisel, özel ve mesleki durumlarına ilişkin bilgilerin bulunduğunu; raporda avukatlık mesleğine ilişkin faaliyetlerin suç olarak gösterildiğini; raporu düzenleyenler hakkındaki şikâyetle ilgili olarak soruşturma izni verilmemesi nedeniyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini belirterek Anayasanın 2, 10, 20, 36, 40 ve 125. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
Adalet Bakanlığı, başvuruya ilişkin görüşünde, başvurucunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesi kapsamında kalan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasında bulunduğunu; Sözleşmenin bu maddesinin, mağdur sayılabilecek kimseler açısından incelendiğinde ceza yargılamaları açısından sanık konumunda olan kişilerle, ceza yargılamaları dışında kalan yargılamalarda söz konusu davanın tarafı olan kişilerle ilgili olduğunu; Sözleşmenin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğunu belirterek hakkın kapsamının bu konularla sınırlandırıldığını ifade etmiştir. Ayrıca Bakanlık, özel hayat kavramının tek bir tanımı olmadığını; öte yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, istihbarat ajanslarının demokratik bir toplumda meşru olarak var olabileceğini kabul etmekle beraber, vatandaşların gizli gözetimi konusundaki yetkinin, sadece demokratik kurumları korumak için mutlaka gerekli olduğu durumlarda AİHS kapsamında kabul edilebileceğini belirttiğini, demokratik toplumların çok sofistike casusluk ve terörizm yöntemleri ile tehdit edilmeleri dolayısıyla da devletin bu tür tehditlere etkin bir şekilde karşı çıkabilmek için kendi yargı alanında hareket eden yıkıcı unsurlara karşı gizli gözetim çalışmaları yapmak zorunda kaldığı gerçeğini kabul ettiğini öne sürmüştür.
Anayasa Mahkemesi, başvurucunun iddialarının özünün özel yaşama saygı hakkının ihlal edilmesi ile bu ihlal nedeniyle şikâyet edilen kamu görevlilerinin cezalandırılması talebiyle başlatılan soruşturma sürecinin etkin ve adil bir şekilde yürütülmeyerek sonlandırılması olduğunu vurgulayarak başvuru kapsamındaki iddiaların Anayasanın 20 ve 36. maddeleri kapsamında incelenmesi gerektiğine karar vermiştir.
Yüksek Mahkeme, somut olayda başvurucunun isteğinin kişilerin cezalandırılmasıyla sınırlı olduğuna, verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkilerinin ceza muhakemesi sürecini kapsadığına ve başvurucunun iddiaları göz önüne alındığında istemlerin hukuk yargılaması açısından bağlayıcı bir etkisi bulunmadığına işaret ederek; Anayasanın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusunun, Anayasada güvence altına alınmış ve AİHS kapsamında yer alan temel hak ile özgürlüklerin koruma alanı dışında kaldığı sonucuna varıp başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi, diğer iddialar yönünden ise, başvurucunun icra ettiği avukatlık mesleğiyle ilgili ve mesleği nedeniyle oluşan ilişkileri hakkında olumlu veya olumsuz çağrışım yapacak değerlendirmelerin özel yaşamla ilgili olduğunu kabul etmiştir. Kararda, 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 4. maddesi uyarınca MİT’in Türkiye Cumhuriyetinin bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, anayasal düzenine karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında millî güvenlik istihbaratını oluşturmaya ve bu istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmaya yönelik görevleri bulunduğu; silahlı bir devrim gerçekleştirmeyi amaçlayan yasa dışı bir örgütle ilgili istihbaratın temin edilmesi ve bu istihbaratın ilgili kurumlara ulaştırılmasının anılan görev kapsamında gerçekleştirildiğinin kabulü gerektiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte Mahkeme, duruşmaların kural olarak kamuya açık yürütüldüğüne dikkat çekerek, somut olayda yasa dışı örgüt mensuplarıyla cezaevinde görüşen şahısların örgüt üst yönetimi ile cezaevinde bulunanlar arasında aracılık ve/veya kuryelik yapabileceği ve başvurucunun bu örgütün mensuplarının davalarını genellikle takip eden bir avukat olarak önem arz eden şahıslar arasında olduğu yönündeki değerlendirmenin, sadece bir olgu ve durum tespiti olarak ele alınamayacağını; bu değerlendirmenin başvurucunun kişiliğiyle ilgili bir kanaat oluşmasına neden olabilecek nitelikte olduğunu ve bu kanaatin oluşmasına neden olabilecek değerlendirmenin, raporun dava dosyasında bulundurulmasıyla alenileştiğini; bu nedenle başvurucunun özel hayatına yönelik ağır bir müdahale gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Yüksek Mahkeme, demokratik bir toplumda, doğruluğu hiçbir şekilde sorgulanamamış ve denetime tabi tutulmamış istihbari nitelikteki bilgilerin dava dosyasına konulması suretiyle alenileştirilmesinin kabul edilemeyeceğinin, ayrıca hakkında kamu davası açılmayan başvurucuya ilişkin bilgilerin dava dosyasına konulmasının ölçülü de olmadığının altını çizmiştir.
Sonuç olarak somut olayda başvurucunun icra ettiği avukatlık mesleği nedeniyle oluşan ilişkileri çerçevesinde olumsuz sayılabilecek bir değerlendirme içeren raporun kamuya duyurulması sonucunu doğuran uygulama nedeniyle hak ihlali olduğuna kanaat getiren Yüksek Mahkeme, Anayasanın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine oy birliğiyle karar vermiştir.
Yüksek Mahkeme kararının tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.